Antalya Masaj Salonu-Masöz Esra

Antalya Masaj Salonu-Masöz Esra

Antalya Masaj Salonu-Masöz Esra Uzun boylu, zayıf erkeklerin, kemiklerinin ve âdemelmalarının ciltlerinin altından olduğu şeklinde görünmesinde, kuşa benzeyen suratlarında, yırtıcı hayvanlar benzer biçimde kamburlarını çıkarmalarında çekici bir yan olurdu. Çocuğun tarif etmiş olduğu krater yarım  mil genişliğinde, otuz metre derinliğinde olacaktı. Radyoaktivite yüzünden Oxford’a on bin yıl yaklaşılamayacaktı.

Bu açıklama bir hüküm benzer biçimde geliyordu kulağa. Fakat dışarıda muhteşem şehir, ilkyazın bitkileriyle dolup taşıyor, güneş pekmez renkli Cotswold taşlarını ısıtıyor, Christ Church Çayırı kesinlikle bütün görkemiyle görünüyordu. Burada ise, delikanlıın cılız omuzlarının üstünden loş salonda mırıldanarak sağa sola giden, sandalyeleri yerleştiren insanları ve sonrasında kendisine doğru gelen Edward’i gördü Florence. Birkaç hafta sonra, bir başka sıcak günde, Cherwell’de kayıkla gezdiler, Vicky Arms’a kadar gittiler, sonrasında da kayığı akıntıyla gitmeye bırakıp kayıkhaneye döndüler. Yolda, kıyısında akdiken çalılıklarının olduğu bir yerde mola verdiler, sahilde gölgelerin altına uzandılar, sırtüstü yatan Edward ağzına aldığı bir otu çiğnerken Florence başını onun koluna yaslamıştı. Konuşmalarına ara verdiklerinde, teknenin altına vuran dalgacıkları ve halatı bağladıkları ağaç kütüğüne çarpan kayığın çıkardığı boğuk sesi dinlediler.

Antalya Masaj Salonu-Masöz Esra

Ara sıra esen tatlı bir meltem Banbury Road’daki trafiğin sakinleştirici, hafifçe sesini getiriyordu. Bir ardıç kuşu anlaşılmaz bir şekilde ötüyor, her melodiyi özenle tekrarlıyor, sonra sıcakta vazgeçiyordu. Edward çeşitli geçici işlerde çalışıyordu, esas olarak da bir kriket kulübünde saha bakımcısı olarak. Florence ise bütün süreını dörtlüye ayırıyordu. Birlikte geçirecekleri saatleri ayarlamak her vakit rahat olmuyordu, bunun için de o saatler daha değerliydiler. Bu cumartesi öğle sonrasını böyle çalmışlardı. Yaz ortasının dolu dolu yaşanmış olan son günlerinden biri olduğunu biliyorlardı, hatta eylül başıydı, yapraklarla çimenler, hâlâ yemyeşil olsalar da, görünümleri birazcık cansızdı.

Söz yine birbirlerini ilk görmüş oldukleri ve artık özel mitolojileriyle zenginleşen anlara dönmüştü. Edward’ın birkaç dakika önce sorduğu soruya yanıt olarak Florence nihayetinde, “Çünkü sen ceket giymiyordun,” dedi. Hmmm. Bolca bir beyaz gömlek, kolları dirseklerine kadar sıvanmış, gömleğin eteği neredeyse pantolonundan dışarı sarkarak… Ve dizi yamalı gri flanel pantolon; parmak uçlarından delinmeye başlamış, kirli beyaz lastik ayakkabılar. Saçlar da uzun, nerede ise kulaklarını kapatacak kadar.